Yılın son yaz tatilinde yol bizi
bu kez Urla’ya götürdü. İzmir’in çok şirin bir kasabası olan Urla’da
konaklayarak yakın çevreyi de gezme imkanı bulduk. Üşenmedik, son zamanlarda
isimlerini sıkça duyar olduğumuz Ege köylerini bir bir ziyaret ettik.
|
Urla |
İlk gün Urla merkezi gezdik.
Tarihi Malgaca Pazarı’nı ziyaret ettik. Birçok farklı renk barındıran Malgaca Pazarında terzi, mefruşatçı, manav gibi dükkanların yanı sıra oturup
soluklanabileceğiniz çok sayıda cafe ve yeme içme mekanı da var. Ege’nin Meşhur
Lale Katmercisi’nde Urla katmerinin tadına baktık.
|
Malgaca Pazarı |
Bu şimdiye kadar alışık
olduğumuz katmerlerden biraz farklı: hamuru çi börek hamuru gibi çıtır çıtır ve
hem peynirli hem de kıymalısının harcında yumurta var. Pazarın hemen yanındaki
Sanat Sokağı da Urla’nın meşhur yerlerinden. Sanat sokağında el işi göz nuru
hediyelik eşyalar satılıyor. Bu sokaktaki Vourla Cafe ilginç ambiyansı ile
oldukça keyifli bir mekan.
|
Vourla Cafe |
Bu bölgedeki turumuzu bitirdikten
sonra yakın çevredeki köylerden Özbek köyüne gidiyoruz. Burası, gerçekte bir
Türkmen köyü. Köy meydanındaki taş kahvede bir mola veriyoruz. Sırada Bademli
köyü var. Bademli bir alevi köyü ve Türkiye’deki tek köy tiyatrosu burada.
Oyuncularını köylülerin oluşturduğu bu tiyatronun bilinirliği oldukça yüksek.
Ayrıca, yıllar öncesine ait oyuncakların sergilendiği bir de Çocuk Oyuncakları
Müzesi var köyde.
|
Bademler Tiyatrosu |
İkinci güne harika bir mekanda
çok güzel bir kahvaltı ile başlıyoruz. Urla’ya son dönemde açılan en güzel
mekanlardan biri olan Zeytinli Köşk bizi daha girişte çok büyük bir sürprizle
karşılıyor: Atatürk’ün devasa bir heykeli…
|
Zeytinli Köşk |
Ayrıca geniş bahçesinin farklı
noktalarında birçok ilginç heykel dikkat çekiyor. Bahçedeki her detay insanı
mutlu edecek türden. Zeytin ağaçlarının altına, rengarenk çini kanolarla
döşenmiş beyaz masalar yerleştirilmiş. Sofraya gelen tabağın, bardak altının,
kahve fincanının deseni bile masanın karoları ile uyumlu.
Çamlı Bahçe olarak
adlandırılan üst bahçede de salıncaklar var. Kahvaltı nasıl mı, bence çok
lezzetli, malzemeler kaliteli, tatlar orijinal. Zeytinli Köşk’ün sürprizleri
bununla bitmiyor: kapalı mekan sanat galerisi olarak düzenlenmiş.
Sonradan
öğrendiğimize göre hem bahçe hem de galerideki heykelleri buranın sahibi
tarafından yapılmış. Zeytinli Köşk ile ilgili daha detaylı bilgi almak için
www.zeytinlikosk.com u ziyaret
edebilirsiniz.
İkinci gün için Karaburun’a
gitmeyi planlıyoruz. Yol üzerinde iki tane uğrak noktamız var. İlki Kösedere köyü. Yeşillikler içindeki Mavi
Boncuk Kahvesi oldukça keyifli bir mekan. Buranın alamet-i farikası Öküz
köftesi. Satır kıyması ile yapıldığı için bu ismi alan köfteyi biz denemedik
ama siz bir şans verebilirsiniz.
|
Mavi Boncuk Kahvesi |
İkinci durağımız; öğle yemeği molası
verdiğimiz Saip Köyü… Denize hakim bir yere konumlanmış Saip Kır Kahvesi’nde
biz tercihimizi mantıdan yana kullanıyoruz ancak siz dilerseniz ev yapımı
farklı şerbetler (gelincik, reyhan vb) eşliğinde böreklerinden de
deneyebilirsiniz.
Yemekten sonra Karaburun’a doğru
yola çıkıyoruz. Karaburun, küçük ve sevimli bir sahil kasabası. Kıyı şeridinde
sıralanmış çok sayıda balıkçı var. Sahil boyunca yürüyüş yapıyor, yolumuza
çıkan kampçıları selamlıyor ve küçük bir kahve molasını müteakip Mordoğan’a
gitmek üzere hareket ediyoruz.
|
Karaburun |
Mordoğan’da önce Ayşe Kadın Camisini görüyoruz. Erken
Osmanlı dönemi eserlerinden olan Ayşe Kadın Camii, erken yaşta ölen Ayşe
Hatun’un vasiyeti üzerine annesi tarafından yaptırılmış. Cami içerisinde
yaklaşık 450 yıl öncesine ait ve hala çalışır durumda olan bir de saat var.
|
Ayşe Kadın Camisi |
Mordoğan’da ikinci uğrak noktamız Dilek Pınarı. Küçücük bir su birikintisi olan
Dilek Pınarı aslında Nergis efsanesinin de doğduğu yer (sudaki yansımasına
hayran olan Narcissus’un suya düştüğü yerde nergis çiçeği biter.)
|
Dilek Pınarı |
Urla’ya dönerken, kasabaya bir
yol ile bağlanan Karantina Adasına gidiyoruz. Karantina adası, 18.yüzyılda
oldukça yaygın olan veba ve kolera gibi salgın hastalıkların yayılmasını
önlemek amacıyla deniz yoluyla gelen yolcuların dezenfeksiyon işlemine tabi
tutulduğu ada. Söz konusu işlemden sonra yolcular doktor muayenesinden
geçermiş, sağlıklı olanlar adada 3 gün misafir edilir, hastalar ise adadan
çıkamazmış.
Üçüncü gün hedefimizde
Seferihisar var. Teos Antik Kenti ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında
geliyor. Son günlerde gittikçe popülerleşen ve bence çok ayrı kulvarlarda
olmasına rağmen Alaçatı’ya rakip gösterilen Sığacık’a gidiyoruz. Sığacık’ın
kalesi ve Kaleiçi görülmeli.
|
Sığacık Sokakları |
Kale içinin dar, renkli ve hareketli sokaklarında
kaybolunmalı, sahilinde oturup bir şeyler içmeli. Börek ve sarma tezgahlarının
havalı butik otellerle yan yana sıralandığı Sığacık güzel bir tebessüm
bırakıyor dudaklarımızda.
|
Kaleiçi |
Ayrılmadan önce, sahilde yer alan salaş balıkçılardan
birine (Çakoz) uğruyor ve karnımızı doyuruyoruz.
|
Sığacık Sokakları-2 |
Son gün programımızda Ödemiş ve
Birgi köyü var. Urla’dan ayrılmadan Denizaltı Port’ta denizin hemen dibinde
harika bir manzara eşliğinde kahvaltı yapıyoruz. Kahvaltı ortalama ama manzara
enfes. Ödemiş’e giderken Torbalı’da yer alan Türkiye’nin en büyük otomobil
müzesi Key Museum’a uğruyoruz.
|
Key Museum-1 |
130 otomobil ve 40 motosikletten oluşan bir
koleksiyona sahip Key Museum gerçekten etkileyici bir mekan.
|
Key Museum-2 |
Giriş ücreti
yetişkinler için 30 TL, indirimli 15 TL (Eylül 2019)
|
Key Museum-3 |
Ödemiş’te kent yaşamının
görsellerle canlandırıldığı Ödemiş Yıldız Kent Arşivleri Müzesini ziyaret
ediyor ve vakit kaybetmeden Birgi’ye doğru yola çıkıyoruz.
|
Kent Müzesi |
Sırtını Bozdağlara
yaslayan ve tarihi milattan önce iki binli yıllara kadar uzanan Birgi, gördüğüm
en özel ve güzel köylerden biri.
|
Birgi Sokakları |
Burası aynı zamanda Aydınoğulları Beyliğine
başkentlik de yapmış. Yeşillikler içinden o kendine özgü taş evleri yükseliyor.
Bir film seti gibi ya da rüya kasaba… Zaten burada Çağan Irmak’ın yönettiği
Unutursam Fısılda da dahil çok sayıda film çekildiğini öğreniyoruz.
|
Birgi Sokakları-2 |
Yemeklerin
sadece tereyağı ve zeytinyağı ile odun ateşinde pişirildiği Birgi sofrasında
yemek yiyoruz. Zeytinyağlı pancar kavurması ve hünkar beğendisi efsane. Burada
iki büyük konak var: Derviş Ağa Konağı halihazırda pansiyon olarak işletiliyor.
Ahşapları Venedik’ten getirilen, işlemeleri ile dikkat çeken Çakırağa Konağını
tadilat olduğu için maalesef ziyaret
edemiyoruz. Söylentiye göre Çakırağa Mehmet Bey’in biri İstanbullu, diğeri
İzmirli iki tane eşi varmış. Eşleri hasret çekmesin diye konaktaki odalardan
birini İstanbul, diğerini İzmir resimleri ile bezetmiş. Derviş Ağa Medresesi
ile hamam da buradaki görülesi yapılar ancak bunların sadece Cumartesi ve Pazar
Ödemiş’ten gelen görevlilerce açıldığını ve haftasonu ziyaret edilebileceğini
öğreniyoruz. Kendimizi, koruma altına alınarak sit alanı ilan edilen Birgi’nin
büyülü sokaklarına bırakıyor, Nar Danesi Cafe’de bir mola veriyoruz. Kahvaltısı
ile ünlü Nar Danesi Cafe’de içtiğimiz nar suyunun tadına doyamıyoruz.
1312
yılında inşa ettirilen, çivi kullanılmadan ahşap işçiliği ile yapılan,
çinilerle kaplı minaresi ile dikkat çeken Ulu Cami’yi de ziyaret ettikten sonra
kalbimizi Birgi’de bırakarak dönüş yoluna geçiyoruz.
|
Nar Danesi Cafe |
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil