BİR İSTANBUL BAHARI


Bin kere gitsem sıkılmayacağım, bin kere görsem tekrarını isteyeceğim, bin kere gezsem yorulmayacağım şehir İstanbul’a iki günlük bir seyahat gerçekleştirdik Nisan ayında. Blog için yeniden yazmaya bugünlerde ancak başlayabildim. Çınar’ın uykusu artık düzene girdiği için uyku saatlerinde diğer işlerimi halleder etmez bilgisayarın başına oturuyorum.

İlkbaharda Adalar
İstanbul gezisinden hafızamda süzülüp kalanları dilimin döndüğünde anlatmaya çalışacağım bu yazıda. Ne de olsa ne kadar yazsam da kelimeler yetmeyecek bu şehirlerin şehrini eksiksiz anlatmaya. Aslında bu yazı, bir gezi yazısından ziyade yüreklerimizde damıtılmış anıların ve deneyimlerin paylaşımı olacak da diyebilirim.

Konaklamak için tercih ettiğimiz otel Anadolu yakasında yer alan, bulunduğu yer itibariyle lojistik avantajı sağlayan ve fiyatları diğer alternatiflere göre görece daha makul olan Park Dedeman Otel.

Akşam saatlerinde varıyoruz İstanbul’a. Ertesi gün için planımız Büyükada ve Burgazada’ya gitmek. Baharı adalarda karşılamak istiyoruz. Şimdi adalarda doğa canlanmış, ağaçlar yeşillenmiş, çiçekler açmış, güneş buraların neşeli çehresini ortaya çıkarmıştır.

Bebekli yaşamda gün erken başlıyor. Otelde kahvaltı opsiyonel. Büyükada’daki Ada Kahvaltı ile ilgili harika şeyler okumuştum. Karnımız zil çalmaya başladı bile. Pür telaş yola koyuluyoruz Ada vapuruna yetişebilmek için.

Vapur yolculuğu güzel şey… Bu, sadece şehri gezmeye gelen misafirler için mi böyledir yoksa her İstanbullu’nun kalbinde ayrı bir yeri var mıdır vapur seyahatlerinin bilmiyorum ama ben vapurun iskeleye yanaşırken çalan düdüğünü, motorun çalışma sesini, dalgaların köpürüşünü, kıyıdan uzaklaşırken gözler önüne serilen muhteşem İstanbul manzarasını izlemeyi, martılarla yoldaş olmayı, denizin uçsuz bucaksızlığında kaybolmayı seviyorum. Çınar’ın denizle ilk buluşması. Etrafındaki her şeyi öyle büyük bir dikkatle izliyor, sesleri gözlerini kocaman açarak ve heyecanlanarak dinliyor ki… Keşke şimdiyi biz de çocuklar kadar güzel yaşayabilsek diye düşünmeden edemiyor insan. Keşke hayata ve bize sunduklarına dair heyecanımız çocuklar kadar masum ve daim olsa.

Vapur Yolculuğumuz :)
Büyükada iskelesine yanaşıyoruz sonunda. Adaya kaçıncı kez geldim, sayısını unuttum. Her seferinde başka bir tecrübe sunuyor burası insana. Bir önceki ziyaretimiz bayrama denk geldiği için çok kalabalıktı. Sokaklarda tek sıra halinde yürüyen insan güruhlarını gördüğümü söylesem yalan olmaz. Bu kez öyle değil, daha kendinde, daha sakin, daha adaca …

Ada Kahvaltı, eski bir ada konağına yerleşik. Çok şirin bir bahçesi var. Bahçeye adım atar atmaz detaylar beni yine heyecanlandırıyor. Bir sedir, el işlemesi kırlentler, ağaçlarda süsler, renk renk çiçekler…. Kahvaltı serpme: Porsiyonlar küçük ama ortaya gelen her şey inanılmaz lezzetli ve talep ettiğiniz yiyecekten tekrar servis yapılıyor. Bence buranın alamet-i farikası reçelleri. Sahiplerinin ada çileklerinden kendilerinin yaptıkları reçel mis gibi kokuyor. Bir de karpuz kabuğu reçelleri var ki tadına bakılası…

Ada Kahvaltı-1
Kahvaltıdan sonra ada sokaklarında yürüyüşe başlıyoruz. Ulu ağaçların gölgelendirdiği, bahçeleri çiçeklerden bir renk cümbüşü sunan ihtişamlı konakları yine hayranlıkla izleyerek yürüyoruz. Bazen anı bir fotoğraf karesi ile ölümsüzleştirmek bazen de faytonlara yol vermek için kenara çekilip duraklıyoruz.

Ada Kahvaltı-2
Soluklanmak için bir kahve molası vermeye karar veriyoruz. Kahve Dünyası’nın deniz manzaralı harika bir terası var ki burada mutlaka bir kahve keyfi yapılmalı.

Bir süre sonra Burgazada’ya geçmek üzere iskeleye doğru ilerliyoruz. Burgazada’ya ikinci gelişim. Daha önceki sefer sonbahardı. Sokaklarda sarı kırmızı yapraklar ve bulutlu bir gökyüzü ile Burgaz’ın çok büyülü bir havası vardı. Bu kez güneşin aydınlattığı ada daha farklı bir çehresini gösteriyor bize.

Burgazada Sokakları
Öğle yemeği için tercihimiz Vedat Milör’ün beğenerek tavsiye ettiği Fincan Cafe ancak burası bizim için tam bir hayal kırıklığı. Beklentim bu kadar yüksek olmasa hislerim değişir miydi bilmiyorum ama burada yediğim yemekler ve servis için iyi niyetle sadece ortalamanın biraz üzerinde diyebilirim. 

Yemekten sonra, daha önceki sefer kapalı olduğu için göremediğim Sait Faik’in evini görmeye gidiyoruz ancak ya müzenin açık olduğu günler az olduğu ya da bir türlü biz denk getiremediğimiz için bu seferki teşebbüsümüz de başarısızlıkla sonuçlanıyor. Müzenin açık olduğu günleri önceden araştırmakta fayda var.

Ada sokaklarında gezdikten sonra vapurumuz gelinceye kadar Ergün Pastanesi'nde oturuyoruz. Pastane, iskeleye çok yakın ve milföy pastaları efsane … Günü bu şekilde noktalayarak otelimize dönüyoruz.

Ertesi gün kahvaltıyı Moda’da yer alan Van Kahvaltı’da yapıyoruz. Moda, her seferinde çok severek gezdiğim bir semt. Deniz kenarında yürüyüş yapmak ve çay bahçelerinde oturmak bana çok nostaljik ve keyifli geliyor. Buraya kadar gelmişken adettendir Ali Usta’dan da dondurma yiyoruz.

Sonraki hedef destinasyon Göztepe Parkı. Park düzenlemesi ile Avrupa’daki benzerlerini hiç aratmıyor. Şimdi lale zamanı. 

Göztepe Parkı-1
Her yerde renk renk, öbek öbek laleler var. Bir de gül bahçesi var parkın ancak gül mevsimi henüz gelmemiş. 

Göztepe Parkı-2
Göztepe Parkını gezdikten sonra J Burger'de hamburger yiyoruz. Aslında buranın hamburgerlerini bu kadar meşhur eden şey özel sosları. Beyaz renkli, jelatinimsi, tatlı bu sosu ben burgere yakıştırıyorum. ve buraya olumlu bir puan veriyorum. Yemek üzeri yürüyüşü de Bağdat Caddesi’nde yaparak bu İstanbul gezisini sonlandırıyoruz. İstanbul, yine sana doyamadım. En kısa zamanda tekrar görüşmek üzere…. Bize sunduğun güzellikler ve kalbimizde yer eden anı ve tecrübelerle ayrılıyoruz senden.






Yorumlar

Popüler Yayınlar