Adını Datça yarımadasından alan,
yaklaşık 250 km sahil şeridine ve 50 küsur koya sahip olan Datça, artık 6,5
aylık olan Çınar ile yaptığımız en uzun seyahatimizin de ilk adresi oldu.
Popüler tatil beldelerinin
debdebesinden uzak, sakin, doğaya ve denize doyacağınız bir tatil arayışı
içindeyseniz siz de şayet rotanızı Datça’ya çevirin.
|
Datça |
Ulaşım ve Konaklama
Datça’ya gitmek için ulaşım aracı
olarak Bodrum marinasından kalkan ve biletlerini önceden internet üzerinden
aldığımız feribotu tercih ettik. 105 dakika süren yolculuğun sonunda Körmen
Feribot İskelesi’ne ulaştık. Internet üzerinden bilet almak isterseniz
https://bodrumferibot.com.tr/termal/
adresini ziyaret edebilirsiniz.
Konaklamak için tercih ettiğimiz
otel ise Saklıköy’de yer alan Villa Aşina. Internetten araştırma yaparken
fotoğraflarını çok beğendiğim Villa Aşina kapısından adım atar atmaz ruhumu
sarıp sarmaladı.
Her köşesinde ayrı bir sürpriz saklayan otel tasarımı,
konsepti, antika eşya ve objeleri ile adeta bir masal diyarı.
|
Villa Aşina-1 |
Kaldığımız odanın
adı Ebru… Duvarlarında ebru tabloları asılı, perdeleri kanaviçe, karyola
başında seramik süslemeler var. Vitray aynası ve aplikleri müthiş.
|
Villa Aşina-2 |
Her bir
odanın ayrı bir konsepti ve bu konsept ile uyumlu ismi var: Badem, Günbatımı,
Ayçiçeği, Gelincik, Akvaryum, …. Otelden sahile ulaşım da mümkün. Ayrıca,
sahibi Bülent beyin yaptığı yemekler efsane… Datça’ya yolunuz düşerse otel
seçimi yapmadan önce web sayfasını incelemenizi tavsiye ederim:
www.villaasina.com
Birinci Gün: Datça Merkez ve Eski Datça
Datça’daki ilk günümüze Kumluk
Yolu’nda bulunan Kekik Restoran’da öğle yemeği yiyerek başlıyoruz:
http://kekikdatca.com/ Kumluk yolu; birçok
restoran ve cafenin yer aldığı hoş bir yol… Oturduğunuz masalarda deniz hemen
dibinizde… Kekik Restoranda yediğimiz tereyağlı karides çok lezzetli, Ege
otlarından yapılan ara sıcak harika, fava da tadılası. Kumluk yolunda bulunan
ve internet puanı oldukça yüksek olan Cafe Inn’e ise
kapalı olduğu için çok istememize rağmen
gidemedik.
|
Kumluk Yolu |
Kekik Restorandan sola dönünce
aynı yol üzerinde yer alan Serap Cafe’ye gidiyoruz ve burada yanında bal ile
servis edilen badem kahvesini deniyoruz. Farklı bir tat ama bence badem tadını
hissetmek için bu kahve kesinlikle balsız içilmeli !
Kumluk Yolu’nun devamında ise
önceleri adı Sevda yolu olan Sevgi Yolu var… Hemen yanı başında deniz uzanan,
kocaman ağaçların gölgelendirdiği bu yolda yürümek çok keyifli. Yol boyunca bir
sürü otel ve restoran sıralanmış.
|
Sevgi Yolu |
İlk günün son lokasyonu ise Eski
Datça… Begonvillerle çevrili taş evlerin yer aldığı Eski Datça’nın bozulmamış,
naif ve rafine dokusu ile büyüleniyorum.
|
Eski Datça |
Burada aynı zamanda usta şair Can
Yücel’in evi yer alıyor. Ev, içinde hala yaşandığı için ziyarete kapalı ancak
Datça’yı görmeye gelen herkes aynı zamanda ustanın evini de görmek ve hiç
olmazsa kapısında bir hatıra fotoğrafı çektirmek istiyor.
|
Can Yücel'in Evi |
Eski Datça
sokaklarında el yapımı eşyaların satıldığı butik mağazalar, hoş cafe ve
restoranlar, bal ve badem başta olmak üzere yöresel ürünlerin satıldığı
dükkanlar var. Datça’nın 3 B’si meşhurmuş zaten: Bal, Badem ve Balık… Özlü
Datça’dan (
http://www.ozludatca.com/ )
bal ve badem aldıktan sonra akşam yemeği için Datça Sofrası’na gidiyoruz.
|
Eski Datça Sokakları |
Bademli
köfte ile turpotu kavurması deniyoruz. Bademli köfte vasat ancak turpotu
harika, bademli sakızlı muhallebi güzel. Burada birçok farklı Ege otunun tadına
bakmak mümkün.
|
Datça Sofrası |
İkinci Gün: Palamutbükü ve Knidos Antik Kenti
İkinci günümüzün hedefi, Datça’ya
25 km mesafedeki Palamutbükü… Upuzun
taşlık bir sahil şeridine sahip Palamutbükü’nün berrak, pırıl pırıl denizi
dillere zaten destan.
Palamutbükü kalabalıktan, gürültüden, her türlü şaşaa ve
debdebeden uzak, kendi halinde, mütevazı bir yer. Sahil şeridi boyunca bir sürü
restoran sıralanmış. Öğle yemeğini yemeyi planladığımız Liman Restoran’ın
öğlenleri kapalı olduğunu öğrenince, sahiplerinin tavsiyesi ile hemen yanda yer
alan ve kardeşleri tarafından işletilen Meltem Cafe’ye gidiyoruz. Meltem
Cafe’de sıcak ve soğuk ev yemekleri, çi börek ve mantı gibi seçenekler var, buz
gibi narlı limonatası harika…
|
Palamutbükü Sahil |
Yemekten sonra, sahil şeridinde
yer alan cafelerden birine oturup rüzgar, ılgın ağaçlarının dallarını hafif
hafif sallarken denize nazır bir kahve keyfi yapıyoruz Çınar’ın uyumasını
fırsat bilip. Bir saat sonra Çınar uyanıyor ve Palamutbükü’nün suları ile
buluşma vakti geliyor.
Akşam beş sularında Knidos Antik
Kentine doğru yola çıkıyoruz. Antik kent ile Palamutbükü arası arabayla yaklaşık
20 dakika… Datça yarımadasının en uç noktasında yer alan ve tarihi 2000
yıl öncesine dayanan Knidos; Ege ve Akdeniz’in birleştiği Tekir Burnu’nda yer
alıyor. Denizin yanıbaşına kurulmuş bu antik kent harika bir günbatımı
manzarası sunuyor. Knidos Antik Kenti’nde amfi tiyatro ile 6 sütun ayakta….
Maalesef diğer yapılar çok hasar almış. Halihazırda restorasyon çalışmalarının
sürdüğü antik kentin giriş ücreti 20 TL (Haziran 2019) ancak kenti çevreleyen
parmaklıkları yol boyunca takip eder şekilde yürüyüş yaptığınızda da bölgeyi
içeri girmeden panoramik olarak görme şansınız oluyor.
|
Knidos Antik Kenti |
Akşam yemeğini yemek üzere tekrar
Palamutbükü’ne dönüş yapıyoruz. Liman restoran harika bir meze tabağı çıkarıyor
önce önümüze… Çağla kavurmasından tutun da yoğurtlu bademli kabak ve havuca,
zeytinyağlı sarmadan fasulyeye kadar…. Ana yemek olarak ise ahtapot sipariş
ediyoruz. Harika bir sunumla önümüze geliyor ahtapot. İçine kocaman bir taş
oturtulmuş bir fırın tepsisi düşünün; taşın üzerinde ahtapot etrafında dilim
patatesler var… Fiyatının çok ucuz olduğunu söyleyemeyeceğim ama lezzet fiyat
dengesi gayet iyi. Biz tatmadık ama bademli levrek de Liman Restoran’ın imza
lezzetlerinden biri. Buraya yolunuz düşerse aklınızda bulunsun.
|
Taşta Ahtapot |
Üçüncü Gün: Tekrar Eski Datça …
Datça’daki son günümüzün ilk
durağı aslında Kocamaar Çiftliği… Buraya yöresel ürünlerin üretim aşamalarını
görmek, tatlarına bakmak ve satın almak niyetiyle gidiyoruz. Çiftlik büyük
ancak ziyarete açık olan kısım sadece küçük bir fabrika satış mağazası. Biz de
hayal kırıklığı yaratan bu durumun aslında daha önce de birçok ziyaretçinin
başına geldiğini öğreniyoruz.
Kocamaar Çiftliğinden çıkınca
öğle yemeği için Reşadiye köyünde yer alan Leyla Restorana gitmeye karar
veriyoruz. Koca Ev olarak da bilinen ve otel olarak işletilen Mehmet Ali Ağa
Konağı’nın içinde yer alan Leyla Restoranın ambiyansının çok güzel olduğu
söyleniyor ancak buraya vardığımızda son günün ikinci hayal kırıklığını yaşıyor
ve bu sene otelin de restoranın da açılmadığını öğreniyoruz. Bunun üzerine, ilk
gün çok etkilendiğimiz ve sevdiğimiz Eski Datça’yı tekrar ziyaret etmeye karar
veriyoruz. Eski Datça’da ilk durağımız, sahibi aynı zamanda bir yazar olan Nil
Cafe. Sadece birkaç masanın sığdığı çok şirin bir arka bahçesi var Nil Cafe’nin.
Ev yapımı buzlu çayları ile içimizi serinletirken menüdeki böreklerin lezzetine
bayılıyoruz. Bir de ev yapımı nar ekşisi, kinoa ve mercimekle hazırlanmış turp
salatası var ki gerçekten damağa şenlik veren çok rafine bir lezzet.
Nil Cafe’den çıkınca Eski Datça sokaklarındaki
butik mağazaları geziyorum. Çınar babası ile Orhan’ın Yeri adlı otantik bir
kahvede otururken ben de biraz alışveriş yapıyorum. El yapımı objeler ile
hediyelik ürünlerin ve bazı ikinci el eşyaların satıldığı Astrantia adlı mağazaya
bayılıyorum ve buradan kendime çok güzel bir vintage çanta hediye ediyorum.
Sonra ben de biraz soluklanmak üzere Orhan’ın Yeri’ne gidiyorum. Saatler
ilerliyor ve en nihayetinde Datça’dan ayrılma vaktimiz geliyor. Feribota
bindiğimizde bu cennet yarımadayı çok sevdiğimi ve buraya yolumu kısa zamanda
tekrar düşüreceğimi fark ediyorum.
|
Orhan'ın Yeri |
Datça’da Ne Yapmalı?
Datça’dan
- Eski Datça sokaklarının büyülü havasını
solumadan,
- Bal, badem alışverişi yapmadan,
- Envai çeşit Ege otunu tatmadan,
- Badem aromalı Datça gazozu içmeden,
- Keçi sütlü dondurma yemeden,
- Sevgi yolunda yürümeden,
- Kumluk Yolunda denize nazır bir restoranda yemek
yemeden dönmeyin.
|
Badem Kahvesi |
Kısa Kısa Notlar
Palamutbükü’ne dair itiraf
edemeden geçemeyeceğim bir durum var. Burayla ilgili araştırma yaparken hep
güzel şeyler okudum. Adeta dibini görebileceğiniz kadar berrak denizi harika ve
sakin bir tatil tercih edenler için ideal bir yer Palamutbükü ancak bana biraz
bakımsız ve unutulmuş gibi geldi. Örneğin yemek yediğimiz restoranın hemen yanı
başında bir büyük taş yığını vardı. Belki beklentim daha şirin, daha masalsı
bir yer olduğundandır ilk görüşümde küçük bir hayal kırıklığı yaşadım ancak
sonuç olarak her şey kalbimizdeki tatil imajına ve beklentilerimize bağlı. En nihayetinde
burası birçok insanın severek seneler boyunca geldiği bir yer. Sadece kendi
seyahat günceme küçük bir not olarak düşmek istedim bu hayalkırıklığını…
Bebekli Seyahat
Çınar’dan önce, seyahate
gittiğimizde eşyalarımızı odaya yerleştirdikten sonra kendimizi hemen dışarı
atardık. Bebekli seyahatin dinamikleri çok daha farklı. Biz de deneye yanıla
öğreniyoruz aslında. Bebeğin ritmine ayak uydurmanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Birkaç kere Çınar’ı bizim ritmimize uydurmak istedim ama sonuç onun için yorucu
bizim için de üzücü oldu. Bu yüzden seyahat programının esnek olması önemli.
Gerektiğinde bazı lokasyonlardan vazgeçilebilmeli. Üç günlük Datça seyahatimiz
boyunca Çınar’ın uyku ve beslenme düzenine riayet edecek şekilde otelden
çıkışlarımızı ayarlamaya çalıştık. Ayrıca, yanımıza Çınar için bir küçük valiz
dolusu giysi, birkaç tane biberon, seyahat tipi su ısıtıcı, yoğurt, peynir vb.
taşımak için soğutuculu çanta aldık. Bunların, kritik eşyalar olduğunu
düşünüyorum. Genel olarak çok iyi bir seyahatti sadece dönüş feribotunda biraz
sıkıldı ve huysuzlandı Çınar ama bu da güzel bir tatilin nazar boncuğu olarak
kabul edilebilir değil mi?
Yorumlar
Yorum Gönder