4 GÜN 3 FARKLI ŞEHİR: İSTANBUL, YALOVA, KARAMÜRSEL

Bir iş münasebetiyle yolumuz Gebze tarafına düşünce bu fırsatı değerlendirmeye ve farklı bir seyahat rotası oluşturmaya karar verdik. Instagram sayesinde keşfettiğim ve görmeyi çok istediğim Papuli Köy Evi'nde konaklamaya karar verince bir anda Karamürsel de seyahat planımıza dahil oldu.

Yolda öğle yemeği molamızı Reis'in Teknesi'nde verdik. Sapanca gölü kıyısında kurulu bu salaş restoranda güzel bir manzara eşliğinde yediğimiz sarı kanatların lezzeti muazzamdı.

Reis'in Teknesi / Sapanca
Üç gecelik seyahatimiz İstanbul'da başladı. Anadolu yakasında gezebileceğimiz lokasyonları araştırırken karşımıza Beylerbeyi Sarayı çıktı. Sultan Abdülaziz döneminde inşa ettirilen Beylerbeyi Sarayı, Osmanlı padişahlarının sayfiye mekanı ve yabancı devlet adamlarının ağırlandığı konuk evi olarak kullanılmış. 6 salon, 24 oda, 1 hamam ve 1 banyodan oluşan sarayın güneyi Mabeyn-i Hümayün, kuzeyi ise Valide Sultan dairesi olarak düzenlenmiş. Eşsiz bir işçiliğe, zevkli mobilyalara ve ince detaylara sahip olan sarayı gezerken adeta dönemin ruhunu hissediyorsunuz. Özellikle, zemin kattaki havuzlu salon oldukça şaşaalı...

Beylerbeyi Sarayı-1
Denize hakim manzarası ile sarayın bahçesinde yürüyüş yapmak da keyifli. Yaz döneminde 17.00'a kadar açık olan (son giriş 16.30) saraya giriş ücreti 20 TL (Temmuz 2019, müze kart geçersiz)  http://www.millisaraylar.gov.tr/saraylar/beylerbeyi-sarayi Beylerbeyi Sarayı'nın yanında yer alan Beylerbeyi Parkı da denize nazır harika bir manzara sunan keyifli bir mekan.  

Beylerbeyi Sarayı-2
Saraydan sonraki hedefimiz Kuzguncuk. Kuzguncuk denince akla ilk gelen belki de çocukluğumun en güzel dizisi olan Perihan Abla. Rengarenk, sıra sıra evleri ile daha sonra Ekmek Teknesi gibi başka dizilere de ev sahipliği yapmış bu semtin en hareketli sokağı Perihan Abla Sokağı...

Perihan Abla Sokağı
Bozulmamış bu nostaljik doku tüm hücrelerinize sirayet ederek size çocukluğunuzu çağrıştıran baş döndürücü bir mutluluk vadediyor. Cadde boyunca sıralanmış onlarca cafe ve restoranda birşeyler yiyip içebilir, Kuzguncuk Bostanını ziyaret edebilirsiniz. 

Kuzguncuk'ta Evler
Akşamüstü arkadaşlarımızla buluşmak için Bağdat Caddesine gidiyoruz. Bana Ankara'nın Tunalı Hilmi'sini, Samsun'un Çiftlik Caddesini hatırlatan Bağdat Caddesi'nde yürüyüş yapmayı şahsen çok seviyorum. Caddede tercih ettiğimiz mekan Le Pain Quotidien adlı cafe. Harika tatlıları olan cafenin bence imza lezzeti espressolu tartı. Mutlaka denenesi bir tat.

İkinci güne Suadiye'de yer alan ve İstanbul'un en eski pastanelerinden biri olan Beyaz Fırın'da kahvaltı ile başlıyoruz. Burada yediğim her şey çok lezzetli ama keçi peynirli menemenin tadı efsane. 

Öğlen saatlerinde Yalova'ya gitmek üzere yola çıkıyoruz. Bursa otoyolu üzerinde yer alan Sepetçioğlu'nda öğle yemeği molası veriyoruz. Buranın meşhur lezzeti tandır gerçekten güzel. Yalova'da ise ilk hedefimiz Yürüyen Köşk. Köşkün çok ilginç bir hikayesi var: bahçedeki çınar ağacının dalı köşkün çatısına uzanınca çalışanlar dalı kesmek için Atatürk'ten izin istemişler. Atatürk, dalın kesilmesi yerine köşkün yerinin değiştirilmesi emrini vermiş. Tramvay rayları üzerinde 4.9 metre ileri taşınan bina bu sebeple Yürüyen Köşk adını almış. Oğluma da adını veren çınar ağacı koca gövdesi ve sık dalları ile köşkün tam karşısında tüm azametiyle adeta Atarürk'e selam veriyor. Giriş katında küçük bir oda, oturma odası, kristal camlarla kaplı, deniz manzaralı toplantı odası olan köşkün üst katında yatak odaları var. Toplantı odasında; Çek imparatorunun hediye ettiği ve Atatürk'ün çok sevdiği kahve fincanı, üst katta ise Zübeyde hanımın kendi elleri ile işlediği sarı yorgan özellikle en çok ilgimi çeken parçalar oluyor. Girişin 5 TL (Temmuz 2019) olduğu Yürüyen Köşk rehber eşliğinde gruplar halinde geziliyor. Köşkü gezdikten sonra bahçedeki cafede oturmayı ve denize karşı bir kahve keyfi yapmayı unutmayın.

"İşte O Çınar Ağacı"
Köşk gezimizi müteakip Yalova sahilinde yürüyüşe çıkıyoruz. Birçok cafe ve restorana ev sahipliği yapan sahil hareketli. Kristal büfeden Yalova'nın meşhur lezzetlerinden biri olan, öğrenci işi patates ekmek yiyor, Tadım ve Balım'dan dondurma alıyoruz. Sahil yolunun sonunda Deprem Anıtı var. 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında 2504 kişinin anısına yaptırılan anıt, depremden sonra moloz yığınlarının denize dökülmesi ile oluşan doldurmanın üstüne kurulmuş.

Deprem Anıtı
Süremiz kısıtlı olduğu için biz maalesef Yalova'daki gezimizi bununla sınırlı tuttuk ancak siz buralara kadar gelmişken kaplıcaları ile ünlü Termal'i, Ağaç Müzesi olarak da adlandırılan ve yaklaşık 5000 odunsu bitkiye ve bonsaiye ev sahipliği yapan Karaca Arboreturumu'nu ve Samanlı Dağlarının arasında bulunan Sudüşen Şelalesi'ni de görmeyi unutmayın.

Yalova Sahili
Yalova'daki gezimiz sonrasında hedefimiz buraya 32 km uzaklıktaki Karamürsel'in Çamçukur Köyünde yer alan Papuli Köy Evi. Çamçukur köyü 1877-78 Osmanlı Rus Savaşları sırasında Artvin'den göç eden lazların yaklaşık 100 yıldır yaşadığı bir köy. Bu sebeple köye Doğu Karadeniz havası hakim. 

Papuli Köy Evi-1
Şehir hayatından uzaklaşıp köy havası almak ve bozulmamış bir doku ve farklı bir ambiyans içinde baş dinlemek isterseniz Papuli Köy Evi tam size göre bir yer. 7 odalı evin giriş katında yer alan sofada bulunan terekler, tereklerdeki emaye ve bakırlar, kanaviçe örtüler, hasır terlikler, kısaca tüm detaylar bu ambiyansın oluşmasına katkıda bulunuyor. Alt katta yer alan iki odanın banyoları içeride, üst katta bulunan odalar biraz daha büyük olmasına rağmen banyoları dışarıda. Bizim ilk rezerve ettirdiğimiz oda üst katta olmasına rağmen banyonun odanın içinde olması benim için önemli bir ayrıntı (küçük bir bebeğiniz varsa muhtemelen sizin için de öyle) olduğu için odamızı değiştirdik. Ayrıca, klima bulunmayan odalarda alt kat üst kata göre çok daha serin. Üst katta bir de okuma alanı var.

Papuli Köy Evi-2
Durun, bence asıl bomba Papuli'nin efsane köy kahvaltısı. Kahvaltıda yok yok diyebilirim: anneanne pişileri, pastırmalı pazılı pide, ev reçeli, kuymak, peynir çeşitleri, limonata damağımda iz bırakan tatlar. Ekşi mayalı ekmekleri de bir harika. Kahvaltınızı Osmangazi köprüsünü görerek deniz manzarası eşliğinde yapıyorsunuz. Bahçenin arka tarafında da ağaçlar arasında salıncakta sallanabilir (bizim oğlan bol oksijenli köy havasında salıncağa bindiğimizin ilk birkaç dakikasında uykuya daldı :) ) ya da sedirlere oturarak kahve keyfi yapabilirsiniz. Arada sırada size arkadaşlık etmek üzere ev sahibi köpekler yanınıza uğrayacak. 

Papuli Köy Evi-3
Sözün özü, Papuli'de bir gece konaklamadan oldukça memnun kaldık diyebilirim. Eleştirebileceğim belki de tek nokta odaların küçüklüğü. Ancak bu da normal bir köy evinin restorasyonla otele dönüştürülmesinin doğal sonucu. Daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz: http://www.papulikoyevi.com/ 

Üçüncü günümüzde hedefimiz Karamürsel şehir merkezi. Burada görülmesi gereken yerler; kasabaya adını da veren denizci Karamürsel Bey'in Anıtı, enfes bir Karamürsel manzarası sunan Aşıklar Tepesi ve Karamürsel sahili.

Aşıklar Tepesi
Karamürsel deyince belki de ilk akla gelen sepetleri. "Ufacık tefecik Karamürsel sepeti mi sandın" cümlesini duymuş olmanız muhtemel. Karamürsel sepetinin en büyük özelliği küçük görünmesine rağmen çok fazla şey alması ve sapsız olması. Genellikle bele bağlanarak taşınıyor. Şehir merkezideki Meşhur Karamürsel Sepetçisi'ne uğrayabilirsiniz. Sepetin yanı sıra el yapımı birçok dekoratif hasır eşyanın mevcut oluğu sepetçide fiyatlar orta karar.

Meşhur Karamürsel Sepetçisi
Karamürsel gezimizi burada noktalayarak İstanbul'a dönüyoruz. Üçüncü günün kalanını istirahat ederek geçiriyoruz. 

Heybeliada-1

Heybeliada-2
Son günümüzde gezi planımızda Heybeliada var. Heybeliada'nın ahşap konaklar, yıllanmış ağaçlar ve çiçeklerle donanmış sokaklarında geziyor ve İsmet İnönü Evi'ni ziyaret ediyoruz. Girişin ücretsiz olduğu ev rehber eşliğinde dolaşılıyor.

İsmet İnönü Evi-1
Üç katlı binanın zemin katında oturma odası, birinci katta yatak odaları, son katta ise İsmet İnönü fotoğraflarının yer aldığı ışıklı masalar var. Evdeki eşyaların Atatürk'ün İsmet İnönü'ye armağanı olduğunu öğreniyoruz. İsmet İnönü'nün Heybeliada ile ilişkileri 1924 yılında geçirdiği bir rahatsızlık üzerine başlar. Şeyh Sait isyanı üzerine Ankara'ya çağrılan İsmet Paşa'nın ada günleri sona erer zaten bir süre sonra da başbakanlığa atanır. Ancak İnönü adadan kopamaz 1950-60 yılları arasında muhalefet döneminde yazların çoğunu burada geçirir. İnönü'nün ölümünden sonra aile tarafından İnönü Vakfına bağışlanan ev İsmet İnönü Evi'ne dönüştürülür.

İsmet İnönü Evi-2
Evin son katı harika bir ada manzarası sunuyor. Karşı tepede Ruhban Okulu'nu görüyorsunuz. Biz Ruhban Okulu'nu daha önce ziyaret ettiğimiz için bu sefer pas geçiyoruz ve öğle yemeği için iskelenin hemen yanındaki Heyamola'ya gidiyoruz. Harika deniz ürünleri olan restoranın bence alamet-i farikası "topik" adlı Ermeni mezesi. Fiyat lezzet dengesinin iyi olduğunu söyleyebileceğim restoranda servis ücreti ayrıca faturaya yansıtılıyor. ( http://heyamolaadalokantasi.com/ )


Böylece güzel bir dört günü geride bırakarak seyahatimizi noktalıyor, Ankara'ya dönmek üzere bizi Bostancı'ya ulaştıracak vapura biniyoruz. 







Yorumlar

Popüler Yayınlar